İzmir’de yaşamanın güzel taraflarından biri, Alsancak tarafına çıkınca ‘Çok Satması Gereken’kitapların mekanı Yerdeniz Kitapçısı’na uğramaktı. Nuray Önoğlu ve eşi Ergun Tavlan’ın güleryüzüyle karşılanacağınız bu dükkânın bir okur için en doğru adreslerden olduğunu anlamanız uzun sürmez. Çini işlemeli masasında çayınızı yudumlarken Yerdeniz’in müdavimlerinden Osman Konuk gibi bir şairle, Ahmet Büke gibi bir öykücü ile karşılaşma imkanı bulabilmek de cabası. Adını Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz Serisi’nden alan bu mekanın sahibi Nuray Önoğlu aynı zamanda otuzu aşkın kitabı dilimize kazandıran bir çevirmen. Pandemi sürecinde tüm dünyadan masal çevirilerinin derlendiği bir blog ve bir kitabın oluşmasına önayak olmuş bir masalcı aynı zamanda. Pandemi şartlarında bir süre uzak kalsalar da evini yakınına taşıyarak Yerdeniz Kitapçısını yeniden faaliyete geçiren Nuray Önoğlu’na yönelttik sorularımızı:
Topuz: “Yazmak Kişinin Kendisi İçin Gerçekleştirdiği Bir Eylem”
Porsuk Kültür okuyucularının Kırklar kulübü sayfasıyla yakından tanıdığı Engin Topuz, Edebiyatın Haziran Mezarlığı, Şimdi Uzaklardasın, Potkal kitaplarının yazarı. Porsuk Kültür Yayıncılık, son romanı Flanör’ü eylül ayı içerisinde okuyucuyla buluşturuyor. Topuz, yazarlıkla ilgili gerçekleştirdiğimiz sohbetimizde, iyi yazmanın iyi okumaktan geçtiğini belirterek bir yazarın en iyi öğretmeninin yazdıkları olduğunu söyledi. Flanör ’de, okuyucuyu insana dair birçok duygu bekliyor.
“Yarının hayali, gerçekleşmek üzere zamanını bekliyor olabilir”
Gülşah Elikbank, son yıllarda ülkemizde Fantastik Edebiyat denince akla gelen isimlerden. Gazetecilik mezunu, fakat birçok sektörde deneyimli; ayaklarının üzerinde duran güçlü bir kadın. Yöneticilik kariyerinin bir yerinde yazar olmaya karar verip bugün okurlarının çok iyi bildiği kitaplarını yazmaya koyuldu. Anneannesinden dinlediği masallardan güç aldı ve dünya edebiyatının seçkin örnekleriyle geliştirdiği okurluğu, yazarlığının özgün sesini besledi. Yeri geldi romanları için sınırları aştı, başka diyarlar dolaştı. Hep aşkı yazdığı söylense de o aslında aşksızlığı yazdığını belirtiyor. Dracula’yı merkezine alan romanı Yalancılar ve Sevgililer’in sinemaya uyarlanacağı müjdesini de veriyor. Gülşah Elikbank’la hayatı, metinlerini, masalları ve edebiyatı konuştuk:
“Bizimkisi Kalbini Çocuk Tutmayı Başaranların Hikâyesi”
Çocuk Kalpler Kumpanyası koro şefi Saide Feray Kesim ruhunda sanat varsa başka türlü yaşamanın mümkün olmayacağını söylüyor. O içindeki ezgileri, çocuk kalpli bir ekiple yaşayan birisi. Onun olmaz denileni yapma isteği gençleri ve çocukları ‘Çocuk Kalpler Korusu’ çatısı altında toplamış. Söyleşimizde çocuk kalplerin hikâyesini konuştuk.
SON ÜÇ
Gökçe Güneyoğlu’nun yazıp, yönettiği “Son.Üç” , yozlaşmış günümüz değer yargılarının kilitlerini açan bir kadının aklına, sınır ihlali yapan bir kaderin öyküsü. Bedeninin içinden sızan ruhunun kaçış hikayesi.
CİHANNÜMA SEKİZLİSİ
Sizlerle de şimdi soluğu uzun, boyu dev, saçı mil, gözü cam bir cihannüma masalına doğru yola çıkacağız. Hazır mısınız?
Sanata açılan bir kapı olan tiyatro ve kapının ardından gülümseyen bir KOLEKSİYONCU
“İnsan”ın kelime anlamı unutan demektir. Bundan kaynaklı olsa gerek yüzyıllar boyu bir koleksiyon yapma arzusu olur. Pullar, saatler, paralar ve daha niceleri. Zamanın içinde gezmenin “Sanata açılan bir kapı olan tiyatro ve kapının ardından gülümseyen bir KOLEKSİYONCU”
Kızılcıklı Mahmut Pehlivan – 2
Ecel kapıya dayanıncaya kadar güreşme vurgusu Türk güreşine ilgi duyanlar için yeni bir bilgi değil. Bırakın yeni olmayı efsanevî hikâye bile böyle bir neticeyle başlamıştır aslında. Efsaneye göre Rumeli’yi Türk vatanı haline getirmek için küffar diyarına amansız akınlar düzenleyen Türk akıncılarının yolu bugün Yunanistan sınırları içerisinde kalan Simovina çayırına düşer. Çimenlere yayılır yiğitler. Biraz istirahat ederler, azıklarından nasiplenirler. Yeşil çimen çağırır yiğitleri. Çayır- çimen demek Türk için biraz da güreş demektir aslında.
Kızılcıklı Mahmut Pehlivan – 1
Meşhur güreş yazarı Celal Davut Arıbal’a Eskişehir’den yazan yüksek mühendis Talat Kocabay’ın 1949 tarihli mektubu bu şekilde bitiyor. Eskişehir’de hınca hınç dolu tribünler denince akla futbol geliyor şüphesiz ama bu güzel şehirde güreşin de o şekilde seyredildiğini öğrenmek insana bir hayli ilginç geliyor.
Tükenmiş Nefeslere
“Tribün, yalnızca maça gidip golleri alkışlayan bir taraftar topluluğu değildir. Tribün, bir ruhtur ve ne hatırlamaktan ne de umut etmekten asla yorulmaz. Tıpkı, Eskişehir Atatürk Stadı’nı dolduranların, Sinan’ı ve Ediz’i anmaktan, şampiyonluğu hayal etmekten yorgun düşmediği gibi…”